Kitaplar
Prens Prensesi Sevmedi
Doğru mu sizce bu? Şahsen yıllar boyunca bunun korkusuyla yaşadım ya bende babama benzeyen birine aşık olur ve gözüm kararır da evlenirsem. Çok korktum ve hala korkuyorum. Ve ilginçtir ki önceden çıktığım erkekler ve kendi enerjimle çektiğim insanlar hep bu yönde. Bunu fark ettiğimden beri hep kendime buna çok dikkat edeceğimi söyledim. Umarım bunu yapmam. Prens Prensesi Sevmedi'deki satırların arasında büyüyen Deniz sayesinde keşfettim bütün bunları. Dert ortağım kendisi.
Kendisi mimardır. Güzel ve başarılı bir kadındır laf aramızda. Bu şapşal arkadaşımın ailesi biraz baskıcı babası tarafından çok sevgi görmemiş bir kız çocuğudur. İlk kez alkol alır ve ertesi sabah kendini çok kötü hissettiği için doktora gider şapşalım benim. Bu doktor Ömer Bey'imizdir. Karnında kelebekleriyle beraber yakın arkadaşı Suna'ya bu durumu anlatır. Arkadaşları ona ne kadar aşık olduğunu söylese de kabul etmez bizim kız. Bir gün bu ikili yemeğe gider ve birbirlerini tanımaya başlarlar. Zavallı Deniz'im başına geleceklerden habersiz Ömer'in büyüsüne kapılır gider. Ömer'in onu çok sevmesini ister aslında fark etmeden ona köle olmaya başlamıştır. Zamanla kabalaşmasına rağmen Ömer'e tapar. Fakat Ömer paşamız bir ilişki istememektedir Deniz ona iyi geldiği için sadece onunla konuşmak arada sırada da yatmak istiyordur. Bakire olan kızımız bir yandan çok korkuyor ve bu olayın özel olmasını istiyordur ama Ömer bu durumu hiç böyle düşünmüyor tabi ki de ayı.
Bu meclisten dışarı ama erkekler niye böylesiniz ya? Bir arkadaşım mesela ilişkiye girmeden bi kızla çıkmazdı. İlkimizin ya da illa ilkimiz olmak zorunda değil güzel başlasın istiyor olamaz mıyız? Sadece şunu bilin eğer bir erkek okuyucumsanız lütfen çok kibar olun. Belki göğüslerinden utanıyordur belki beceriksizliğinden... bunlar normal şeyler yargılamayın, öpün, onu sakinleştirerek yapın ki sizi kötü hatırlamasın. Neyse devam edelim. Bu hıyar Ömerimiz ne yazık ki tavsiyeden uzak büyümüş olmalı ki Denizimizi bu konu da bile üzüyor.
''Dün gece deprem olmuştu aslında. Hala altındaydım üzerime çöken binanın. Yeni yeni fark ediyordum.''
Saf salak olan Deniz'im Ömer'i anlamaya çalışır ve onun istediklerini yapabilmek için kendini zorlar. Yanlışı kendinde arar Ömer'i yüceltir. AHHHH APTAL Deniz. Kendini arkadaşlarının ilişkisiyle kıyaslar ve her seferinde hıyarı haklı bulur.😠 Keşke biraz Suna'nın tavsiyelerine uysan be Deniz.
''Her defasında koklayarak öperdim ben Ömer'i, kokusunu içime çekerek. O koku ki şükrettirdi beni dünyaya geldiğime, onu tanıdığıma, kadın olduğuma...''
Ve gelelim güzel yanına Deniz Ömer'le kavga ettikçe kendi kendine yediği için Suna ona bir psikiyatr ayarlar. Mina Hanım. Deniz burada aslında yaşadığı psikolojik travmanın farkına varır. Deniz aslında bir bağımlıdır. Ama safımız bunu kabul etmez direnir.
''Terapi sürerken, Ömer'le ilgili yaşadığım deneyimlerin altından bir annem bir babam çıkıyor, ben her defasında şaşırıp duruyordum. Meğer ne önemliymiş çocukluk yaşantıları. Çoğu zaman dalga geçmek için kullandığımız 'Eveeeeet, şimdi bana çocukluğunu anlat' klişesi öyle çok da yaban atılacak gibi değilmiş. Zaman zaman, onu bunalttığımda Ömer'in yüzünde gördüğüm beni küçümseyen bakış, hani o pis, kirli, kanayan bir şeye bakar gibi olan, yaşadığım hazin bir çocukluk anısına bağlanınca, iyiden iyiye kabul ettim bunu. ''
Mina teyzemizin sorduğu sorular Denizi iyice düşündürmüş ve aslında bu iğrenç, kendisini sevmeyen hıyarla neden birlikte olduğunu anlamıştır. Bu kısım ''Babam beni görsün diye...'' kısmında çok güzel anlatılıyor. O kısmını dikkatli okumanızı tavsiye ederim.
Deniz bu sancılı döneminde bir uygulamayla tanışır. Facebook. Tabi ki aptal kızım Ömer'i takip eder buradan ama bir gün bir araştırmayla karşılaşır. Kendisi gibi bağımlılar üzerine bir araştırma.
Zamanla Deniz bir olgunlaşma kabullenme dönemine girdi. Hani vardır ya yüreğimizin en derinlerinde o acı birine veda. O garip his... İşte safım uzun zaman bunla boğuştuktan sonra babasıyla olan sorununu çözmüş, Ömer'den kendini kurtarmış, yaşadığı ızdırapa son vermiştir.
Bu kitapta öyle bir kısım var ki Deniz bir site kuruyor. Kendisi gibi olanlar için. Kız, erkek, yaş, cinsiyet bakmaksızın herkes yaşadığını anlatıyor. Düşününce bende böyle bir şey yaşadım aylarca uyuyamadım. Bununla ilgili bir yazı yazacağım. Kısacası aslında her insan birine bu duygusal işkenceyi yapıyor.
''Asıl prens prensesi hep sevdi biliyorsun di mi ?''
🌼
KÖRLÜK
Şu pandemi döneminde yaşanan yağmalamaları, insanların psikolojisini anlamanıza yardımcı olacak bir kitap. Jose Saramago zaten çok iyi hayal dünyası olan bir yazar. Özellikle de dili olayları işleyişi olsun gerçekten muhteşem. Gayet harika işlenmiş bu distopik dünya Görmek'le devam etmekte; en kısa sürede onu da eleştirip atacağım.
Gelelim kitaba; sebebi bilinmeyen bir sebepten bir an da kör olan bir adama, yardım eder gibi görünen hırsıza geçirdiği bu bulaşıcı hastalığın tüm ülkeye yayılmasıyla başlar. Ancak bu bildiğimiz körlüklere benzemez. Çünkü gözleri karanlığa değil, beyaza bürünür. Adamın karısı hemen adamı doktora götürür ve ne yazık ki doktor bu hastalığın ne olduğunu anlayamaz ve çok geçmeden doktor da kör olur. Kör olan kişilerin gözlerine baktığın zaman kör oluyorsundur. Bunun üzerine hemen terk edilmiş olan akıl hastanesini çevirirler ve karantina alanı oluşturulur. Adamı, karısını, doktoru ve aslında kör olmayan ama kocasını yalnız bırakmamak için kör taklidi yapan karısını, küçük bir çocuk, hırsız ve hayat kadını olan bir kız beraber karantina da kalmaya başlarlar. Başta her şeyi düzene sokmuşlardır. Gören kadın onlara rehberlik etmektedir. Sayıları git gide arttığı için düzen bozulmaya başlar. İnsanlar birbirlerini umursamamaya başlar. Saygısızlığın, iğrençliğin, bencilliğin, güç kimdeyse onun sözünün geçtiği bir dönem başlar. Aslında bu tam olarak da şu anki halimiz bu pandemi olsun ya da olmasın insanların içinin ne kadar iğrenç olduğunu, bir hastalığı olduğunda dünyanın sonuymuş gibi sadece kendini düşündüğü bir zamanı gösterir. Ne kadar distopik bir eser olsa da günümüzden çokta farklı olduğunu düşünmüyorum.
Bir gün bu karantinaya silahlı körler girer ve gerçekten kör olan biri vardır aralarında. Körler dünyasında gerçek bir kör liderdir. Çetenin tüm hesaplarını yapar. Başka gruplardan haraç kesmeye başlarlar, yemeklere el koyarlar eğer maddi eşya vermezlerse yemek vermeyeceklerini söylerler en sonunda o kadar cıvıtlar ki kadınlara geçerler. Her gün bir gruptan kadın göndermelerini isterler. Bu iğrenç ve korkunç düzen bir süre devam eder. Ta ki doktorun karısı yani gören kadın o adamların liderini öldürünceye kadar. Arkasından büyük bir kargaşa çıkar ve yangın meydana gelir. Herkes dışarı çıkar. İşin komik tarafı dışarda ne bir asker kalmıştır ne devlet ne de bir toplum bomboş, herkes kör başıboş sokaklarda gezmektedir. 7 kişi birbirlerinden ayrılmadan doktorun karısının eşliğinde kendilerine yeni yer ararlar. Bu korkunç dünya da yeni bir düzen yaratmalıdır çünkü biz insanlar hep bir düzene ihtiyaç duyarız nerde bolluk orda bokluk. Peki, ama bu yeni düzen nasıl kurulacaktır? Daha sonra neler olacaktır?
Ben düzenle ilgili kitap ve film okuyup izlemeyi çok severim. Dünyanın sonuyla ilgili şeyler çok hoşuma gider. Bir gün insanlık yok olmakla karşı karşıya gelecek ve yeni bir düzen, isyan yapı doğuracak. O yüzden bu kitabı okurken son derece keyif aldım. Bunun yanında filmi de var ne kadar az çok farklı olsa da kesinlikle onu da izlemenizi tavsiye ederim. 🌼
Küçük Prens
Hakan Günday - Az
Bir insanın bu kitabı beğenmeme olasılığı olacağını düşünmüyorum. Elbet çıkacaktır fakat kabullenesim hiç yok. Muazzam bir kitap, muhteşem bir kurgu ve olay akışı. Anlayabileceğiniz ve çıkarabileceğiniz anlamlar. Beni oldukça etkiledi.
Kitap birbirinden habersiz iki insanın 11 yaşında kesişen yaşamı ve yıllar sonra hayatın onları nasıl bir araya getirdiğinden bahsediyor. Fakat onları kader bir araya getirirken hayat onlara apayrı hayatları uygun görüyor. Buradan sonrasında açık açık konuşacağım için okumayanlar okuduktan sonra devam etsin!
11 yaşında küçücük bir kız. Bir ev için ve bi' kaç hayvan için resmen satılıyor. Kocası tarafından tecavüze uğruyor. Yetmiyor kocası tarafından şiddet görüyor. Yetti mi? Tabii ki hayır. 5 yıl boyunca iki daire arasında hapis yaşıyor.
11 yaşında küçücük bir oğlan. Babası cezaevinde ve geçimini mezarlıkta mezarlara su dökerek sağlıyor. Nam-ı diğer mezarlık çocuğu. Annesi ölüyor ve kendisini yurda gönderirler diye kimseye söylemiyor. Parçalara ayırarak ayrı ayrı mezarlara gömüyor annesini.
Ve bu iki çocuğun hayatı bu mezarlıkta kesişiyor. Kız çamur olan elini yıkaması için çocuğa uzatıyor ve o da bu küçük kızın elini yıkıyor. İkisi de yıllar sonra birbirlerini hiç görmeden birbirlerine aşık olacaklarını bilmiyorlar ve bir gün görüştüklerinde ilk tanıştıkları yerin bulundukları mezarlığın bir köşesinde olduğunu hatırlamayacaklar.
Gerçekten hayat çok garip. Bir insan hayatına girmesi gerekiyorsa bir şekilde giriyor zaten. Ayrıca bu kitapta büyük bir Oğuz Atay hayranlığı olduğunu söylemek isterim. Bu kitabı okuduktan sonra Oğuz Atay'ın tüm eserlerini merak etmeye başladım. Her insanın hayran olduğu bir insan oluyor elbet. Hakan Günday'ın da sanırsam Oğuz Atay.
Ayrıca kitapta gerçekten fanatikliğin korkunç tarafı yalın bir şekilde işlenmiş. Fanatik bir insan en tehlikeli insanlardan gerçekten de. Ayrıca sisteme ve insanlığa doğru diyebileceğim bir çok eleştiri oluyor. Katıldığımı da söyleyebilirim. Altını çizmeyi sevseydim mutlaka bu eleştiren yerlerin altını çizerdim. Fakat onun yerinde defterimde yer vermeyi seçtim.
Sevdiğim başka bir yer ise anlatımı yarım kalmış hikayedir. Senin için tüm yaşamını etkileyecek kadar önemli bir konu başka bir insan için yerdeki taşlar kadar önemsizdir. Kitapta bu durum da işlenmiş ve okurken gerçekten biraz kalbim kırılmıştı.
''Bu hayatta kimseye hiçbir şeyi tam olarak anlatamayacağını anladı. Biri için ölüm kalım meselesi olan, diğerinin gözünde toz kadardı.''
''Sen de fark ettin mi? Az dediğin, küçücük bir kelime. Sadece A ve Z. Sadece iki harf. Ama aralarında koca bir alfabe var. O alfabeyle yazılmış onbinlerce kelime ve yüzbinlerce cümle var. Sana söylemek isteyip de yazamadığım sözler bile o iki harfin arasında. Biri başlangıç, diğeri son. Ama sanki birbirleri için yaratılmışlar. Yan yana gelip de birlikte okunmak için. Aralarındaki her harfi teker teker aşıp birbirlerine kavuşmuş gibiler. Senin ve benim gibi... Bu yüzden, belki de, az çoktan fazladır. Belki de az, hayat ve ölüm kadardır!''
🐭
Öncelikle çok sevdim. Cidden bu yazarın ilk defa kitabını okumama rağmen kitabı anlayabildim. Böyle diyorum çünkü yazar biraz farklı yazıyor kitaplarını. Seviyor insanların bir şey kaçırdım sanırım diye düşünmesini.
Kitap aslında dış görünüme verilen önemi çok güzel eleştiriyor. Tabii sadece bu değil bir çok şeyi eleştiriyor. Zaman kavramının içinden geçerek anlattığı için mal oluyorsunuz ama sakın anlamadım diyip başa dönmeyin. Devam edin okumaya zaten anlayacaksınızdır.
Kitapta çok güzel bir kızın (model) çenesine kurşun yemesiyle güzel görüntüsünden eser kalmayışını anlatıyor. Güzellik gerçekten elinizden her an gidebilecek bir şey ve tek özelliğiniz güzel olmanız olmamalı bence. Varlığınız görünümünüzle değil yaptıklarınızla olmalı diye düşünüyorum. Kitaptan bahsedip okuma kalitenizi düşürmek istemiyorum.
''Dünyadaki en sıkıcı şey'' diyor Brandy, ''çıplaklıktır.''
En sıkıcı ikinci şey ise dürüstlüktür, diyor.
''Bunun bir çeşit şaka olduğunu düşün. Bu yüzün için dantelli iç çamaşırı gibi bir şey,''diyor. ''Tüm kimliğinin üzerine geçirdiğin bir gecelik gibi düşün.''
Dünyadaki en sıkıcı üçüncü şey pişmanlıklarla dolu boktan geçmişimizdir. Sonuç olarak Brandy bana hiçbir soru sormadı. İstediği zaman buldozer kadar ezici bir kaltak olabilen Brandy'yle konuşma terapistinin odasında defalarca buluşuyoruz ve Brandy bana kendime dair bilmem gereken her şeyi anlatıyor.
Keşke bir Brandy'ye sahip olabilsek.
🐭
Okuyabileceğiniz en iyi kişisel gelişim kitabı.🌼
NASIL ÖLÜNÜR?
Ölüm gerçek, ölüm döşeği tabu, cenaze ortak, yas bireysel...






Yorumlar
Yorum Gönder